Bir Müzikli Koltuk Zayi Öyküsü

Yıl 2005. Hacettepe Üniversitesi konservatuar binasının deposunda inceleme yapanların ilk başlarda gözüne çarpmamıştı bugüne kadar görmedikleri tarzdaki yıpranmış koltuk. Berjer tipi, koyu kahve kızıl karışımlı koltuğun baş yükseltisi delikli özel bir düzenekten oluşuyordu. Hoparlöre benziyordu.

1980 darbesi sonrası hoyrat günlerde Cebeci’deki tarihi konservatuar binası Mamak Belediyesi’ne devredilmiş, belediye de bu anıt binayı katledip nikâh salonuna dönüştürmüştü. Yağmalanan tarih, üstü açık belediye hurda kamyonlarıyla yakınlardaki Hacettepe Üniversitesi’ne taşınmış ama bu muhteşem koltuğun da arada kaynayıp gittiği gözden kaçmıştı.

 

Koltuğun sahibi, sadece mükemmel bir asker, Atatürk devrimlerinin savunucusu, Lozan’ın kahramanı, tecrübeli bir politikacı değil, aynı zamanda müziğin derinliklerine inmek için 50 yaşından sonra viyolonsel çalmaya çabalayacak önemli bir entelektüeldi. O, sanata

önem veren, sanatın aydınlanmasını tüm ülkeye yaymak için sanata ve sanatçıya destek olan, ülkenin ince ruhlu, romantik, aydın İsmet İnönü idi.


Koltuğun öyküsünü anlamak için biraz gerilere gidip, Şubat 1911’de Yemen’deki gerici ayaklanmayı bastırmaya giden ordudaki Türk subaylarının arasına karışalım. İsmet İnönü, Rauf Orbay, Saffet Arıkan, 3 yıl sürecek Yemen günlerinde hayatın tekdüzeliğini yenecek bir tutku arıyorlardı. İtalyanların Trablusgarp’a saldırısı sonrası Fransızlar Sana’ya uzanan demiryolu inşaatını bırakıp kaçmışlardı. Genç subaylar, Fransızlardan kalan eşyalar arasında bir gramofon ve taş plaklar bulup satın almışlar. Bu hazineyle geceleri uzun klasik müzik konserleri maratonuna başlamışlardı. Çok uzak oldukları bu müziği her dinleyişte yeniden keşfediyorlar, anlayarak sevmeye başlıyorlardı.

 

Genç İnönü, taş plaklardan sevdiği operayı ilk kez Berlin’de arkadaşı Kâzım Karabekir’le birlikte izleyecekti. Klasik müzik öyle bir tutkuya dönüşecekti ki, üç yıl sonra evlendiği komşularının kızı Mevhibe Hanım’ı evliliklerinin 21. gününde bırakıp Kafkas Cephesi’ne sefere giderken bir piyano armağan edecekti. Müzik onun hayatında hep var olacak, cephe ve Lozan’dan Mevhibe Hanım’a yazdığı mektuplarda en önemli yeri yine klasik müzik eğitimi tutacaktı. Uzun yazışmalara konu olan piyano, ne yazık ki İstanbul işgalinde satılmak zorunda kalacaktı.


İnönü 90 yıllık ömrü boyunca sadece 1937 yılı Eylül’ü ve 1938 yılı Ekim ayları arasında yani siyasetten çekildiği tek dönemde müzik yapma şansı bulmuş, 14 ay boyunca Nazilerden kaçan ünlü müzisyen David Zirkin’den çello dersleri almıştı. Cumhuriyet tarihinde müzik aleti çalmaya çalışan ve hatta iddialara göre 6 eser icra edebilen yegâne siyasetçiydi. Klasik müzik de onu sevmişti. Artık Talat Paşa Bulvarı’nda garın yanındaki başkentin andezit binalarından CSO Konser Salonu’nda cuma geceleri kendi adına ayrılmış ön sıranın ortasında yer alan 1 L ve 1 N koltuklarında klasik müzik konserlerini izler olmuştu.

 

Ama Demokrat Parti’nin iktidara geldiği gün sadece başbakanlık koltuğu değil, yıllar sonra Hacettepe Üniversitesi’nde harabe halde bulunacak müzik koltuğunu da kaybedecekti. 1 L koltuğu esrarengiz bir biçimde sırra kadem basacaktı. Yeni iktidar hızını alamayıp Cumhuriyet’in ikinci adamını koltuğundan uzaklaştırdığı yetmezmiş gibi onun kültür ve sanat hayatındaki izlerini de silmeye çalışıyordu.


Suikast girişimine uğradığı günün gecesi bile CSO’daki konserini ertelemeyecek kadar müzik tutkunu olan İnönü, ölümünden 15 gün önce de 25 Aralık 1973 günü son kez konser izlemek için dışarıya çıkmıştı. “Neyi iyi yapmak isterdiniz?” sorusuna verdiği “En çok iyi çello çalmayı arzu ederdim, çünkü insan sesine en çok yaklaşan odur?” yanıtıyla, sanatsever kişiliğiyle unutulmaz, derinlikli bir entelektüel portresi çizecekti İnönü.

 

Şimdi diyeceksiniz ki, bu yazı niye yazıldı? Atatürk’e saldıramayanların, İnönü’ye saldırmanın dayanılmaz hafifliğiyle ve yersiz Lozan tartışmalarıyla aklımızın karıştırıldığı bir dönemde genç Cumhuriyet’in ince ruhlu romantik Batı kültürüyle yoğrulmuş aydın askerine hak ettiği içten bir selamı gönderebilelim diye...

 

 



M
etin Uca’nın yeni kitabı Alışmadık Gözde Lens Durmaz’daki bu öykü cumhuriyet ve değerlerinin her alanda aşındırılmaya çalışıldığı günümüzde klasik müzik üzerinden genç cumhuriyetin aydınlık kadrolarını özlemle anmamızı sağlıyor.